- Amfora İmalatlarında Teknik Sorunlar -

"ve Menşei Bilinemeyen Amforalardan Örnekler"

 
 

Bu yazılardaki birinci amacım, elbette onları daha geniş kitlelere tanıtabilmek ve sizleri de antik çağların büyülü geçmişlerine götürebilmekti. Tabi bu arada polislerde beni bi ara, bugünün gerçeklerine götürmediler değil. Herneyse bu konuya girmeyelim ve biz yine kendi konumuza dönelim.

     
     
Sizlere bugüne kadar Akdeniz ve onun uzantısındaki tüm denizlerin amforalarından örnekler verdim. Elbette,değişik denizlerden gelen bu amforaların imal edildikleri bölgeler ile bulundukları yerler (genelde) farklı yerlerdi. Ama bunlarda , bize eski çağların ticaret yollarını gösteren birer belgeydi. Biliyorsunuz ben sizlere Batı Akdeniz amforaları hariç , her dönemin veya her bölgenin amfora örneklerini kendi koleksiyonumdan verdim.

İstanbul'un coğrafi konumundan dolayı koleksiyonuma giren amforaların çoğu Doğu Akdeniz , Ege - Adalar, Marmara ve Karadeniz uygarlıklarına aittir.

Batı Akdeniz amforalarının ( İtalya , Fransa , İspanya, Portekiz, Kuzey Afrika) sayıca azlık sebebi ise bizim bu kıyılara uzaklığımız ,buralarda ki amfora üretiminin doğuya göre daha geç başlaması ve üretimin o kadar yoğun olmaması ile izah edilebilir.

Ama bilinen bir gerçekte Doğu Akdeniz amforalarının batıya göre daha eski ve daha değerli olmasıdır. Örneğin; Doğu Akdeniz de amfora ustaları M.Ö 4. yüzyılda ustalıklarının zirvesindeyken, 200 yüzyıl sonrasının RomaÕsın da bile hala ilkel ve hantal amforalar kullanılmaktaydı.

Bu sayıda amforaların teknik sorunlarına kısaca değinip , henüz sırları tam olarak çözümlenmemiş amfora fotoğraflarından da örnekler vereceğim. Umarım ki bu yazılar yararlı olmuş ve onları biraz daha sevmenize katkıda bulunmuştur . Sıkılmadığınızı biliyorum.
 


Krater (Şarap Karma Kabı)
Antikitenin sosyal yaşamında şarabın
yeri büyüktür.
Onun yapımı, nakliyesi, cinsi ve kalitesi
kadar içimi de insan yaşamında önemli
bir yer tutardı. Toplantı, yemek, eğlence, ölüm, kutlama ve dini ayinlerde bu
kratere amforalardan içilecek şarap dökülür ve bu kapta suyla karılırdı. Böylece alkol derecesi düşürülen şarabı günün ilerleyen saatlerinde de çok
sarhoş olmadan içme imkanı doğardı.
O dönem şaraplarında doğal bitki aromaları kullanıldığı gibi, bal ve sakız
gibi tad verici maddelerin de şaraba
ilave edildiği antik kaynaklarda belirtilir. Muhtemelen Ritüel bir içme adabının olduğu eski çağlarda insanlar statülerine göre seramik kupalarını veya alın-gümüş kadehlerini bu kraterlerden doldurulmuşlardır.
 

     
Zaten bende kimseyi sıkmamak için amforaları sizlere anlatırken mümkün olduğu kadar kuru ve teknik bilgiler vermekten kaçındım . Hatta o kadarki neşrettiğim hiçbir amforanın değil teknik özelliklerini , onların çapını , hacmini ve boyunu bile belirtmedim.
     
Bu yazılardaki birinci amacım , elbette onları daha geniş kitlelere tanıtabilmek ve sizleri de antik çağların büyülü geçmişlerine götürebilmekti . Tabi bu arada polislerde beni bir ara , bugünün gerçeklerine götürmediler değil . Herneyse bu konuya girmeyelim ve biz yine kendi konumuza dönelim.
Eski çağlarda amfora yapımındaki en büyük teknik sorun , fırınlama sorunu idi . Elbette uygun kil veya toprağın bulunması , çamurun hazırlanması , onun iyice çiğnenmesi , dinlendirilmesi , istenmeyen malzemelerden arındırılması , direnç veren katkıların ilavesi , çok önemliydi.
 


 

     
Ama fırınlama başlı başına bir problemdi . Çünkü amfora fırınlarında 900° - 1000° gibi yüksek ısıya ulaşabilmek her zaman mümkün olamıyordu . Bu da haliyle fire maliyetini arttırıyordu . Hatta benim koleksiyonumda bugün bile ,yeterli derecede pişirilmediği için pul pul dökülüp eriyen bazı amforalar bulunmaktadır.

 
     


Bu Amfora grubundaki değişik boy ve tipteki amforalar sadece ve sadece
Karadeniz'den bizlere ulaşmaktadır. Bunlar henüz imalat fırınları bulunmadığı
için kesin teşhisleri yapılmamış gruplardan sayılır. Bu amforalar henüz
bilinmeyen bir Karadeniz kavmine ait olsalar gerek. Benim kişisel tahminim
bu imalatların M.Ö. 5.yy'da başlayıp yüzlerce yıl sürmüş olabileceğidir.
Amforaların ortasındaki çukurluk onların kara taşımacılığı sırasında at-eşek
ve katır hayvanlara sağlı sollu urganla bağlandığı yerler olabilir.
 

     


Soldaki kap, büyük küplerden amforalara şarap doldururken kullanılan bir huni olabileceği gibi, henüz bilmediğimiz bir taşıma kabı da olabilir.
Sağdaki amfora ise Karadeniz yapımı sofraüstü kullanımına da imkan veren testi formunda henüz menşei bilinmeyen bir amforadır.
 

  Zaten estetik ve fonksiyon değerinin dışında bir amforadaki en büyük ustalık onun ince çeperli ( hafif ), ve yüksek ısıda fırınlanmış (sağlam ), olması ile ölçülürdü.
Fırında kontrol edilemeyen fazla ısı ise amforaları kavurup, deforme ediyor ve eritiyordu.

Bundan başka önemli bir diğer teknik sorunda amforaların yalıtımıydı. Bunun içinde amforalar gerek içeriden gerekse dışarıdan sırlama ( camlaştırma veya firnisleme ) işlemine tabi tutulur ve geçirgenlikleri en aza indirgenmeye çalışılırdı . Yine de sadece bunlarla yetinilmez, tüm bunlara ilaveten , birçok amforanın içi hoş kokulu bir tecrit maddesi olan reçine ile kaplanırdı. O dönemde az sayıda da olsa ,bazı amforaların içinin ziftlendiği de görülmüştür.

 

 

 

Sn. Ersin Doğerse analiz edilen bir amforanın içinin , iyice kaynatılmış üzüm pekmeziyle kaplı olduğunu belirtir. Bal ve bal mumunun da iç yalıtımda bu niyetle kullanıldığını varsayabiliriz .
Diğer bir teknik sorunda amforanın ağzının kapatılması veya tıpalanması sorunu idi.

Çünkü bunun çözülememesi demek amforanın içerisindeki ürünün dökülmesi veya hava alıp bozulması anlamına gelirdi . Bunun içinde amfora ağızlarına yerleştirilen yaprak veya kumaş üzerine çiğ kil veya pişmiş toprak tıpalar kullanılırdı.

Ayrıca mantar,çam kabuğu, çam kozalağı ,volkan taşı ve ahşaba kadar birçok malzeme bu amaçla kullanılmıştır. Ama ne yazık ki bu kapaklar günümüze dek ulaşamamışlardır.

Başka bir konuda bu amforaların fırınlanırken veya kullanılırken dik tutulması idi ki; bunun açıklamasını ve yorumunu Sinoplu amfora uzmanı okuyucum Sn. Hamit Kara bana gönderdiği mektupta şöyle yazıyor;
 


Batı Akdeniz çizgileri taşıyan
bu amfora muhtemelen Karadeniz'de
imal edilmiştir. Geniş ağzı, uzun sivri
dip tutamağı ve toprak rengi, bizlere
bunun bir Sinop yapımı ihtimalini güçlendirmektedir. Usta ellerden çıkma, kondisyonu yüksek bir amforadır.
Kalın boynu ve ağız çapı bununla sıvı bir şey taşınmadığını anlatır gibidir.
 

     
"Amforalar pişirme fırınlarına girerken bir bileziğe yerleştirilir.Pişirilen amforalar ulaştıkları yerlerde de bu bileziklerde dururlardı.Bu bilezik ele geçmediğindendir ki belki , müzelerde bile teşhirler 3 ayaklı demir malzemelerle yapılır . Sinop amforaları için yaklaşık bu ayaklar şu ölçülerde olur ;"
Yükseklik : 12 - 20 cm arası
Üst genişlik: 10 - 16 cm arası
Alt genişlik : 12 - 18 cm arası

Elbette bu konulara ek olarak amforaların denizde ve karada , taşınması, istiflenmesi, depolanması, taşıdığı ürünlerin sabit ısılarda muhafazası, doldurma ve boşaltma işlemlerinin sağlıklı bir şekilde yapabilmesi de yine onların önemli sorunları arasındaydı.
Bir bölgenin veya bir ürünün tescilli markası haline gelen bir forma ulaşmanın, onu taklitlerinden korumanın , üretici, yönetici veya tüccarların özel mühürlemelerinin, zaman zaman Akdeniz dünyasında oluşan ekonomik veya siyasal ittifaklarla birlikte, hacimsel standartlarda meydana gelen değişim sorunları da ayrı bir inceleme konusudur.

Bugün kökenini bildiğimiz amforaların yanı sıra, araştırmacıların üzerinde çalıştığı veya henüz hiç tanışmadığı, tanımlanamayan bir çok amforalarda mevcuttur.
Ben sizlere geçen sayıda olduğu gibi bu sayı ve önümüzdeki sayıda da bunlardan örnekler vermeye devam edeceğim.
     
     
Deniz Magazin Dergisi  Eylül - Ekim 2002  Sayı:54
     
     
     
   

- Sayfa başına -