- Devletin ve Resmi Uzmanların Amforalara Bakışı.. ve Sinop'tan Amforalar için Yükselen Bir Ses  -

 
 

Nasıl eli silah tutan resmi üniformalıların kendilerini sivillerden daha şerefli ve vatansever görme eğilimleri varsa, ülkemizdeki bilim adamlarımızın da maalesef kendilerinden olmayan herkesi dışlama - yok sayma eğilimleri vardır.

     
     
Başlık biraz uzun oldu ama , önce şunu bilmenizi isterim ki Sinop'tan arayan okuyucum Sn. Hamit Kara'nın telefondaki isyanları olmasaydı , bu sayının başlığı da , konusu da başka olacaktı.

Okuyucum, kısaca 53 yaşında Hacettepe mezunu bir mühendis olduğunu , yıllardır Amforalarla ilgilendiğini , " Antikçağda Amforalar " adlı kitabın yazarı Sn. Ersin Doğer'i tanıdığını , Sinop'ta Antik Amfora fırınlarını araştıran Fransız uzmanları asiste ettiğini anlattı. Hamit Kara ; Bir dalgıç arkadaşında tesadüfen 2 adet Deniz Magazin Dergisi görmüş. Amfora yazılarını beğenince de dergiyi arayıp benim telefonumu ve amfora yazılarını içeren diğer eski sayılarını rica etmiş.

Yurtiçinden ve yurtdışından zaman zaman okuyucularım arıyordu ama Hamit Kara'nın eleştirilerini sizlerle de paylaşmak istedim. Ve o telefonda heyecanla konuşurken bende elimdeki kalemle söylediklerini bir-bir not aldım.

Önce size bunları aktaracağım , sonra da geçen yaz İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde yapılan bir sualtı toplantısında benim ( yaklaşık aynı minvaldeki ) sorularıma uzmanların verdikleri cevaplarını vereceğim. Ve onların görüşlerine karşılıkta kendi düşüncelerimi belirteceğim.
     



Menşei henüz bilinemeyen amforalar 1/A Karadeniz'de
Bulgaristan ve Romanya sahillerine yakın sularda çıkmaktadır.
Bu amforalar bir Karadeniz kavmine ait olabileceği gibi, gemileri
bu kıyılarda batmış henüz bilinmeyen bir başka ülkeye de ait olabilir.
Karikatür gibi ince ve uzun olan bu amforalarda hacim endişesinden
çok zarafet ve form endişesi vardır. Bu da bu amforalarda çok nadide
ve pahalı bir ürünün taşındığının göstergesidir.
  

     
Sn. Hamit Kara'nın söyledikleri aynen madde madde şöyleydi ;
1-) Benim burada araştırmalarına yardımcı olduğum Fransız uzmanın karısı adeta feryat ediyor. Kocamın amfora kitabını biran önce basması için Fransa'da herkes kocama baskı yapıyor. Adamı neredeyse bu kitap için boğazlayacaklar diyor.

2-) Oysa bizim devletimiz ve Arkeologlarımız önümüze sürekli aşılmaz kaleler çıkartıyorlar. Ve maalesef üzülerek görüyorum ki arkeologlarımızda ne meslek sevgisi , ne tarih merakı , ne de araştırma heyecanı var.

3-) Ne olur bizde hiç olmazsa amfora gönüllüleri bir araya gelelim. Gerekirse bilgiyi paylaşmak için sanal ortamlarda web siteleri kuralım.

4-) Bu ülke bizim , bu topraklar , bu denizler bizim. Biz büyük bir mirasın üzerinde oturuyoruz. Elin Fransız'ı , elin Amerikalısı ta buralara kadar gelip araştırma yapıyor da biz niçin oturuyoruz.? Bizim neyimiz eksik.?

Bizim elimiz armut mu topluyor.?
     


Menşei Bilinemeyen Amforalar 1/B
Bu amforalarda 1/A amforalarıyla aynı topraktan aynı bölgede imal
edilmişlerdir. Ekolleri aynı olan bu amforaların sadece tipleri biraz daha şişman ve kıskadır.
 

  Evet başta da söylediğim gibi geçtiğimiz yaz İstanbul Arkeoloji Müzeleri kütüphanesinde bir sualtı arkeolojisi vakfının bilimsel toplantısı yapıldı.Toplantının soru cevap bölümünde kürsüdeki değerli araştırmacılarımıza bende şöyle bir soru yönelttim. - Ülkemizde sanat ve bilim ortamı son derece çorak olduğundan ben sanatla bilimle uğraşan herkesi ve bu toplantıyı çok önemsiyorum.
Yalnız bir konuda eleştirimi de dile getirmek istiyorum.
Nasıl eli silah tutan resmi üniformalıların kendilerini sivillerden daha şerefli ve vatansever görme eğilimleri varsa , ülkemizdeki bilim adamlarımızın de maalesef kendilerinden olmayan herkesi dışlama - yok sayma eğilimleri var.
 
     


Ben bir amfora koleksiyoneriyim. Devletin önemseyip sahip çıkmadığı , insanlık tarihinin bu sır küplerini insanlık adına topluyorum. Ve bunları da yine bu müzenin envanter defterine kaydediyorum. Onları seviyorum. Onların geçmişini merak ediyorum.

Onları tamir ediyorum. Onları ileri kuşaklara aktarmak üzere koruyorum. Bir amfora için çoğu kez işimi gücümü bırakıp çok uzak yerlere gidiyorum. Onlar için zaman , para ve emek harcıyorum. Balıkçılarla , trolcülerle çekişiyorum. Ve bu amforaları yaklaşık 2 yıldır Deniz Magazin dergisinde de yazarak topladığım verileri herkesle paylaşmaya çalışıyorum. Ben bir arkeolog veya bilim adamı değilim. Varsayın ki herhangi biriyim. Ama beklerdim ki benim sadece bir amfora için duyduğum merak ve heyecanı keşke sizlerde duysaydınız. Bir değil yüzlercesi bir arada bulunan değişik uygarlıkların amforalarını görmek için , araştırmak için bir alo deyip gelseydiniz. Soruyorum. Niçin gelmediniz.? Bilimin barutu meraktır. Soruyorum. Niçin merak etmediniz.?

Önce salonda buz gibi bir hava esti. Toplantı yönetmeni kaşlarını çatıp hemen elimden mikrofonu almaları için görevlilere işaret etti.

     


Menşei Bilinemeyen Amforalar2
Sinop üslubunu çağrıştıran bu amforaların Tuzlama balık-lakerda veya balık sosları (Garum) v.b. gibi ticari deniz ürünlerini taşıdığını varsayabiliriz. Kırmızı topraktan yatay tarama çizgili imal edilen bu amfora formları diğer tüm amforalardan ayrılan özel bir tasarımdadır.
 

 


Menşei Bilinmeyen Amforalar 3
Sadece Karadeniz'den çıkan bu kaplar amforadan ziyade birer testi
formundadır. Formları Samos ve
Klazomeai stillerini çağrıştırır. Bunların
sofra üstü şarap servis kapları olması ihtimali yüksektir.

     

( Oysa söyleyeceklerim bitmemişti. ) Ve kürsüden sözü ( uzaktan saygı duyduğum ) Bizans batık kazılarını yürüten bir bayan araştırmacımız alarak soruma özetle şöyle cevap verdi.

1-) Ben sualtında ki amforalarla ilgileniyorum. Su üstündekiler beni ilgilendirmiyor.

2-) Su üstüne çıkanlar kimliği kaybolmuş olanlardır. Onlar sualtının koparılmış çiçekleridir.

3-) Aslında biz arkeologlar olarak koleksiyonculuğa da karşıyız.

4-) Ama söz veriyorum ben gene de en kısa zamanda gelip onları göreceğim. Bende orada tam olarak belirtme fırsatı bulamadığım karşıt görüşlerimi sizlerle burada paylaşmak istiyorum. Amacım bir tartışma ortamı , bir polemik yaratmak değil , amforalara hakkettikleri değerlerin verilebilmesi ve resmi bakış açılarının bir nebze olsun değiştirebilmesidir.

1-) Sadece sualtında ki amforalarla ilgilenip su üstündekileri yok saymak toprak altından, toprak üstüne çıkmış tüm müzelerdeki eserleri de yok saymaktır. Müzelerdeki eserlerin ancak % 30 Ôu bilimsel kazılardandır. Toprak üstü veya su üstündeki eserler , bence toprak altı veya sualtındaki eserlerin tamamlayıcı-devamı niteliğindedir.Bu değerli bilim kadınımız benimle temasa geçseydi , onun konusu olan , farklı bir çok Bizans amforasını görecek, kimselerin bilmediği yonca ağızlı veya içerisinde isimler yazılı kocaman haç işaretli Bizans Amforalarına da şaşıracaktı.

2-) Su üstüne çıkanlar kimliği bozulanlardır. Ve onlar sualtının koparılmış çiçekleridir. Cümle güzel görünüyor. Elbette tarihi bir obje ister , sualtından ister toprak altından olsun bilimsel bir disiplin altında çıkartılırsa daha anlamlı , kimlikli olur. Ama bunlar bir kere çıkmış , bunlar bir kere kopartılmış.

Bunları ben çıkartmadım. Bunları ben koparttırmadım. Çıkartılmalarına alette olmadım. Ama düşünün ki çocuk ( gayri meşru da olsa ) bir kere doğmuş , onun yaşatılması ona sahip çıkılması gerekmez mi.? Bu amforaların % 90'ı Rusya , Ukrayna , Romanya , Bulgaristan karasularından kalkan trolüne takılarak ülkemize geldiler. ( Şimdi trolcülere bu sular yasaklandığı için artık gelmiyorlar da ) kaldı ki balıkçılığa ve kalkan avcılığına müdahale etmek bizim yetkimiz ve gücümüz dışında bir konu olduğu için , bize düşen görev bu saatten sonra bunları ancak korumak ve müzeye bildirmek olabilir. Biz tarihi eserleri hep yurtdışına kaçırıldığı için kahrolan bir milletizdir.

İşte Anadolu kökenli bu amforalarda başka denizlerden her nasılsa buraya asıl ait oldukları yere getirilmiş. Yani eser kaçışı tersten bizim lehimize işlemiş. Niçin reddedelim.?

Hiç şüpheniz olmasın ağlarla yıllardır dipte yüzlerce metre sürüklenen ve birbirine karışan amforaların kimlikleri zaten sualtındayken bile çoktan bozulmuştu. Ayrıca amforaların kimlikleri onların formlarında gizli olduğu için belki de bu konuda çok fazla endişelenmeye gerek olmayabilir.

3-) Koleksiyonculuğa karşı olmak ise ayrı bir konu. Eğer koleksiyoncular olmasaydı , müze envanterlerine giren ve yurdumuzda kalan eserlerin hiçbiri burada olmayacaktı. Bugün Hüseyin Kocabaş'lar , Rahmi Koç'lar , Suna-İnan Kıraç'lar , Sakıp Sabancı'lar , Haluk Perk'ler ve daha niceleri olmasaydı özel müzelerimizde olmayacaktı. Kaldı ki gelişmiş ülkelerde her koleksiyon bir müze kabul edilir.

Ve koleksiyonerlere hırsız muamelesi yapmak yerine onlar devletçe ülkeye üstün kültür hizmeti yapan insanlardan sayılır. Bizde ise devletimiz koleksiyonerine bakanlık resmi belgesi ile önce izin verir , sonra da ( kaçak bir sosyete güzelini örnek göstererek ) 3M 'nin (Müze-Mali şube-Mahkeme) kıskacında sürekli potansiyel suçlu ve sürekli vatan haini olarak görüp iyice canından bezdirir.

4-) " Gene de en kısa zamanda gelip o amforaları göreceğim." Sözü de tahmin ettiğiniz gibi günü kurtarmak , ve sanki günah çıkarmak kabilinden söylenmiş bir söz olduğu için gerçekleşmedi. Söz verenlerin dışında , meraklı- meraksız , ilgili-ilgisiz her kesimden çok kişi geldi-gördü. Görüyor. Ama gerçekten görmesi gerekenler hala görmedi. ( Bu saatten sonra zaten görmeseler de olur. )

Şimdi sonuca gelelim. Benim aman illa de bunları birileri görsün diye bir derdim yok. Uygun yer ve koşullar sağlanınca bunlar özel bir müzede nasılsa tüm insanlığa sunulacak. Mesele , güvendiğimiz bilim insanlarımızın artık kabuğundan , fildişi kulelerinden çıkması. Kapris ve komplekslerinden arınmasıdır. Bilgiyi araması , bilgiyi paylaşmasıdır. Diğer insanları kafalarında gizli kast sistemlerine ayırıp onları küçümsememesidir.

İlla da ilgili okul , illa da ilgili etiket diyenlere bende Edison'un - Mimar Sinan'ın hangi okullardan mezun olduğunu sorarım. Devlete veya kürsüye sırtını dayayanlara bende onca imkana sahip Kızılay'a karşı Akut'un heyecanını , devletin Gülhane Hayvanat Bahçesi fiyaskosuna karşı , Darıca özel hayvanat bahçesinin cennetini koyarım. Devletin dökülen , bürokrasiye boğulmuş hantal yapısına karşın özel sektörün dinamik ve verimli kurumlarını koyarım.

Evet yazımızı , tekrar Sn.Hamit Kara'nın sözleriyle noktalıyalım. Bu ülke bizim , bu topraklar , bu denizler bizim. Biz büyük bir mirasın üzerinde oturuyoruz. Elin Fransız'ı , elin Amerikalısı ta buralara kadar gelip araştırma yapıyor da biz niçin oturuyoruz.? Bizim neyimiz eksik.? Bizim elimiz armut mu topluyor.? Evet.. Niçin , neden.? Kararı sayın okuyucularımıza bırakıyorum.
 

,

     
     
Deniz Magazin Dergisi  Temmuz - Ağustos 2002  Sayı:53
     
     
     
   

- Sayfa başına -