|
|
|
|
|
|
- İLK DÖNEM TİCARİ AMFORALAR -
|
|
|
Yunan Amforalarındaki form çeşitliliği her zaman başımı
döndürmüştür. Bu biçimsel zenginliğe bir de aynı bölge amforalarının
farklı zamanlardaki değişimlerini katın. Buna uzak kolonilerdeki
ekol farkını ekleyin. Kökeni bilinenlerin yanında, henüz kimlikleri
çözülememişleri ilave edin. Toprak farkı, usta farkı, üslup farkı
derken, görsel bir sarhoşluk yaşarsnız.
Hangi yüzyılda, nerede, kimler tarafından yapılan, içinde ne
taşıdığı, nerede niçin battığı, kaç yıl sualtında kalıp size nasıl
ulaştığı belli olmayan bir amforanın öyküsü; duygu ve heyecan dolu
macera filmi gibidir. Hele M.Ö.'si Yunan amforalarına ilgi duyan
koleksiyonerin veya araştırmacının öncelikle sağlam bir tarih
bilgisine sahip olması gerekir.
Amfora merakının zaptedilemez güdüsü insanı önce araştırmaya, oradan
öğrenmeye, ardından da daha teknik veya ünik bir noktaya
sürükleyiverir. Farkında olmadan şöylece kıyısından girdiğiniz bir
konunun derinlerinde dolaşırken buluverirsiniz kendinizi. |
|
|
|
|
|
|
|
Kulpundan tuttuğunuz bir amfora sizi
hızla antikitenin sürpriz dolu karadeliklerine çeker. Tarihin
labirentlerinde dolaşırken kaybolmaktan ve sürdüğünüz izi
kaybetmekten korkarsınız. Yüksek çarpıntılı heyecanlar sarar
içinizi. Bazen göreceli zamanın dışına çıkar, tekrar başa döner,
bulmacayı çözmeye çalışırsınız.
Çünkü dokunduğunuz sadece bir amfora değil, binlerce yıllık bir sır
küpüdür. Dokunduğunuz, onu yoğuran ellerdir. Duyduğunuz, onunla
birlikte batan gemicinin son çığlıklarıdır. Ve o amfora önünüzde
canlanır. Konuşur. Anlatır.
O; ümitle yola çıkışı, demir alışı, yelken açışı anlatır.
O; dalgaları, fırtınayı, batışı, dibe çöküşü anlatır.
O; yüzyılların deniz dibindeki ölüm sessizliğini, yalnızlığını
anlatır.
İçinde taşıdıklarını, kendi serüvenlerini anlatır. İnanın bana,
dikkatle bakarsınız görürsünüz. Dinlersiniz duyarsınız. Ve işte o
anda duygular karışır, hayaller karışır, zamanlar karışır. Herşey
karışır...
Ama bu ülkede karışmayan şeyler de vardır ve bu ülkede merakın ve
sevginin bedeli ağırdır. |
|
|
|
Her zaman tepenizde duran ve sizi daima vatan haini gören 3M'in
(Mali şube - Müze - Mahkeme) keskin kılıcı; sorgucu dostlarınızın
(tarihi eserlere bulaştığınız için) kuşkucu bakışları vardır.
Sizse heyecanlarınızın damarlarınızda yarattığı basıncı, birileriyle
paylaşıp azaltmak istersiniz. Bulamazsınız. Arkeologlar haddiniz
olmadan onların mayınlı sınırlarından içeri daldınız diye sizi
sevmezler. En sevecenleri nezaketen bile yüzünüze gülmezler.
Onların da bir kısmı zaten meraksız ve heyecansız sadece devlet
memurudur. Uçmaya hazır idealist ve bilgili olanların kanatları ise
devlet tarafından sürekli kırpılır durur.
Dünyanın en zengin tarih hazineleri üzerinde oturduğunun bilincinde,
kendini bu ülkeye ve insanlığa borçlu hisseden arzulu bir Arkeologun
kendini geliştirmesi şarttır. Bu da ancak okumakla, gezmekle,
kazmakla, araştırmakla olur.
Maddi kaygı endişesini ortadan
kaldırmakla olur. Bilimsel özerklikle olur. Devletin kültüre
ayırdığı bütçeyi düşünürsek, bu insanların yine de mucizeler
yarattığını görürüz. Değil araştırma ve kazı bütçesi, müzede kışın
ısınacak mazotu bulamayan bu insanlarla ben kendi adıma gurur
duyduğumu belirtmek isterim. |
|
|
|
|
|
|
|
İmkan verilseydi biliyorum ki karada ve denizde yasaklanan ama
denetlenemeyen birçok antik kent, höyük ve batık bir şeyler yapmak
isteyen, bu toplumla ödeşmek isteyen bu idealist arkeologlarımız
tarafından kazılıyor ve sonuçları bugün tüm dünyaya sunuluyor
olacaktı.
Amfora konusunda bizde ilk kitapları (George Bass'ın Yassıada,
Gelidonya, Serçe ve Uluburun kazı sonuçlarının bildiri makale ve
yayınlarını saymazsak) Sn. Oguz Alpözen vermiştir. Buna Sn. Ersin
Doğerin 10 yıl önce yazdığı "Antik Çağda Amforalar" adlı samimi -
ciddi ve değerli minik kitabını da ilave etmek gerekir.
Yine Sn. Alp Özen'in 1995'te Sn. Harun Özdaş ve Sn. Bahadır Berkaya
ile birlikte yayınladığı "Bodrum Sualtı Müzesi Ticari Amforaları"
kitabı da güzel ve önemli bir çalışmadır.
Fakat bu konuda Türk insanının en büyük handikabı ulaşılacak kaynak
yetersizliğidir. Örneğin; Sn. Doğer'in bibliyografyasında 66, Sn.
Alpözen'in bibliyografyasında 72 kaynakçaya karşlık, 3-4 yıl önce
Paris Deniz Müzesinde bulduğum amfora kitabının kaynakçası yaklaşık
360 kadardı.
|
|
|
|
Yine de bizim teselli bulduğumuz tek şey kültürel
mirasımızın zenginliği ve Türk insanının çağdaş dünya ile yarışma
azmidir. Buna son günlerin internet avantajlarını da eklersek
gelecek için daha da çok ümitlenebiliriz.
Geçenlerde bir dostumun internetinde Amfora Sayfasını karıştırırken
Ukrayna'da Kiev Üniversitesinin 1997'de "yani henüz çok yeni"
Karadeniz Amforalarının Rusya içlerindeki dağılımını araştıran bir
Sualtı Enstitüsü kurduklarını öğrendim. Bizden yardım istiyorlardı.
Moralim bayağı düzeldi.
Konumuz ilk dönem Yunan Ticari Amforaları idi. Düşünce orkozlarımız
bizleri nerelere getirdi. O zaman biz de tekrar başa dönelim. Ve
Yunan Amforalarının zenginliğini anlayabilmek için bu bölgelerdeki
tarihsel sürecin özetini kısaca hatırlayalım. O zaman görülecektir
ki; bu coğrafyanın insanları tarihinin dev kazanlarında nasıl karışa
karışa halk olmuştur? Ve de bu amfora tipleri oluşmuştur. |
|
|
|
|
|
|
|
Bildiğiniz gibi Yunan uygarlığının gerisinde M.Ö. 2-3 bin yıl
öncesinin Akdeniz'e egemen Mısır'ı vardır. Bunu daha sonra Girit
dahil, bütün Yunanistan ve İtalya yarımadalarına yayılan Fenike
klonizasyon çağı izler.
Girit'te, Minos uygarlığından önce bile 3.
bine doğru Tunç devrinde gemiler, amforaların yanısıra Kıbrıs'tan
bakır, İtalya ve İspanya'dan kalay taşımaktaydılar. M.Ö. 2. binde
gelişip, 1600 yıllarında adeta bir imparatorluk kuran Giritliler,
yine Hint-Avrupa kökenli bir ulus olan dorların istilasına maruz
kaldılar. Ve onlarla karıştılar.
Bu yüzyıllarda ticaret Fenike ve Mısırlı tüccarların elinde olduğu
için o dönem amforalarının çoğunluğu bu uluslara aittir. Fenike
Alfabesi de Yunanistan'a aynı devirlerde girmiştir.
Linear A'dan
sonra, Linear B alfabesine geçen Yunanlılar daha sonra Fenike
Alfabesini kendilerine uyarlayarak kendi alfabelerini oluşturdular.
Yunanistan'da arkaik çağın (M.Ö. 8.yy.) başlangıcına kadar 4 yüzyıl
boyunca önemli bir olay görülmez. (Bazı kaynaklar bu çağa
Yunanistan'ın karanlık çağları ismini verir.) |
|
|
|
Ne var ki Arkaik çağın başlangıcında yönetimdeki soylular ekonomik
yönden halkı ezmeye başlarlar. Denizci yunan halkı da geçimini
sağlamak ve yeni yerleşim yerleri bulmak için gemilerle kitleler
halinde rüzgarda yelken basar ve Anadolu'dan Mısır'a, Karadeniz'den
Ege adalarına, İtalya'dan Fransa'ya kadar geniş bir coğrafyaya
yayılırlar. (Avrupa halklarının 4 yüzyıl evvelden başlayan
Amerika'ya göçlerinin orada yeni bir devlet yaratması süreci gibi.)
Bu kolonizasyon veya sömürgeler çağında, insanlar, kültürler,
yereller ve göçerler tekrar tekrar yeniden karışır. Mesela; aynı
dönemde Dor'lardan bir boy Rodos ve Güneybatı Anadolu'ya; İyonlardan
bir grup Sisam, Sakız adaları ve Orta Batı Anadolu'ya, Aioller ise
Lesbos (Midilli) adası ile Kuzeybatı Anadolu'ya göçmüştü.
Doğu Akdeniz çıkışlı bu hareketlilik ardından büyük bir ticari
zenginliği doğurur. 6. yy. başında yerleşik düzene geçip iyice
zenginleşen Yunanlılar bu uygun ortamdan altın çağın altın
adamlarını yaratırlar. Klasik çağların filozofları, sanatçıları,
tarihçileri, matematikçileri, ileride hem İslam alimlerinin hem de
Rönesansın meraklı beyinlerinin hocaları olurlar. |
|
|
|
|
|
|
|
Günümüz uygarlığı da bu çağa çok şeyler borçludur. Bu çağların
önemli sanat olaylarından biri de kırmızı ve siyah boyalı resim ve
motiflerle kaplı ss amforalarıdır. M.Ö. 300'den 30 yılına kadar
süren Helenistik devirde ise özellikle İskender zamanında
amforaların dağılım alanları Avrupa'dan Afrika'ya, küçük Asya'dan
Orta Asya'ya kadar genişler.
İ.Ö. 15. yy.'da Mısır Kenaan amforaları ile İ.Ö. 7. yy.'daki Fenike
amforalarının ortak paydası, yumurta formları ve minik kısa
kulpların boyna değil gövdeye bir kulak gibi bağlanmasıdır. Buna
rağmen İ.Ö. 20. yy.'da bir tablette resmedilen ilk yunan amforası da
kulplar gövdede ince bir kavisle yükselerek üstte ağzın dış
dudaklarıyla birleşir. Dip incelir ama sivri değildir. Amfora dibi
üstünde rahatça durabilir. |
|
|
|
M.Ö. 8. - 6. yy. arası dağılım gösteren arkaik devir korint
amforasında da kulplar geniş ve yuvarlak karnın üstünden, boynun en
üstüne, geniş dudakların hemen altından birleşir. Burada da dip yine
amforayı dik tutabilecek kadar düzdür.
Yine 6.-7. yy. arası Lesbos (Midilli) adası amforalarında yaşanan
form arayışları da ilginçtir. İlk dönem lesboslar kalın kaba ve
siyah renktedir. Altları da sivri - düz arasıdır. Ağız kenarları
dışa doğru keskin köşeli kulplar fare kuyrukludur. 5. yy.
lesboslarsa hafif - zarif kırmzı renkte ve çok güzeldirler.
Adalıların form kararsızlığı sürdüğü için bu tipte daha sonraları
yine hayli değişikliklere uğramıştır.
M.Ö. ki 6. yy. Sisam (Samos) amforalarında karındaki yuvarlak
omuzdan aşağı doğru bir üçgen şeklinde iner. Ağız genişler, dışa
taşkın bilezik dudaklar ve kısa boyunlarla kısa kulplar ön plana
çıkar. Bir yy. sonra 5. yy. Mende amforalarında gövde geniş yumurta
formuna dönüşürken 4. yy.da Lesbos (Midilli) amforalarında boy ve
boyun uzar, konik uzun gövde aşağıya doğru incelir. Dip iyice
sivrilir. Uzun kavisli kulplar üste doğru boynun üstünden birleşir.
M.Ö. 6. - 5. yy. Milet - İyon ve Greko - Marsilya tipi amforalarda
karın adeta bir küreye yakın şişer dip daha sivrilir ve kısalır ağız
dışa doğru dolgun dudaklarla genişler. Bu da yunanlıların 7. ve 5.
yy. aralarında omuzlara dik oturan ağız hizalarını geçerek iki
kişinin kulpları arasına sopa geçirerek taşıdığı hayli enteresan
Doğu Akdeniz amforalarından etkilenmediğini gösterir.
Chios (sakız) adası amforalarında ise M.Ö. 5. ve 4. yy'lar arası
önemli form değişiklikleri yaşanır. Dışa doğru bombeli kısa ve
şişkin boyunlu ara bir amfora tipine, oradan da M.Ö. 4.yy'da farklı
2 tiple de son derece özgün - güzel ve kişilikli bir amora tipine
ulaşılır. Bu amforalar sağlam dar ağızlı, ince bilezik dudaklı dar
ve uzun boyunludur. Keskin geniş omuzlar üzerinden dik çıkan uzun
kulplar, boynun üstüne yakın bir yerinde birleşirler. Gövde aşağı
doğru dik uzayan üçgen şeklindedir ve yüksüklü sivri bir diple son
bulur. (Bu amforaya özel bir hayranlığım olduğunu itiraf etmeliyim.)
Bu çağlarda amfora ustalarının kendi aralarındaki en büyük yarışı,
formda kusursuz, en yüksek ısıda fırınlanmış, ağırlıkta en hafif,
ince cidarlı amforayı yapmaktır. Bunda da başarılı olurlar. Amfora
da şarap taşınacaksa içi reçinelenir. Bazı amforaların da içinin
sadece reçineyle dolu olduğu görülür. |
|
|
|
|
|
|
Deniz Magazin Dergisi
Mart - Nisan 2000 Sayı: 39 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
- Sayfa başına -
|
|