|
|
|
|
|
|
- ALO, BÜTÜN AMFORALARI KIRIN.! - |
|
|
Amforayı sevenler, köşesinde bir amfora hayal edenler, elinde bir
amfora kırığı bile bulunduranlar, amforaya bulaşmış dostu olanlar...
Bu yazıyı mutlaka okuyun. Okumayanlara okutun. Benden söylemesi...! |
|
- Zaten ben kırın demesem de siz başınıza iş gelmesin diye
kıracaksınız biliyorum. En azından bir daha ağlarınıza takılıp
ağınıza ve balığınıza zarar vermesin diye kıracaksınız. Hücumbot
korkusundan, ihbar korkusundan kıracaksınız. Kaçakçı, vatan haini
muamelesi görüp mahkemelerde sürünmemek için kıracaksınız. Artık
alanı olmadığı, artık para etmediği için kıracaksınız.
- Alo, Alo hayır, ben o amforayı veya amforaları görmek istemiyorum.
Görürsem dayanamam biliyorum. Hayır kardeşim istemiyorum dedim.
Hediye de istemiyorum.
- Ne, Başka kim mi alır? Bilmiyorum. Alacaklarını da sanmıyorum.
Bu konuşmalar telefonla, bu yılın başlarında Kuzeybatı Karadeniz'den
kalkan balığı avından gelmiş kaptanla benim aramda geçti.
Kendisinden daha önce de amfora almıştım.
Siz belki bilmiyorsunuz. Birkaç yıldan beri ağına amfora takılan,
teknesinde veya elinde amfora bulunduran bütün balıkçılarımız,
amfora sevenler adli takip gördü. Lekelendi. Gazetelerde büyük
kaçakçı diye boy gösterdi. Büyük operasyonlarla yakalanan amforalara
da her zaman olduğu gibi uzmanları bir türlü paha biçemedi. |
|
|
|
|
|
İşin daha da kötüsü, yer, eleman ve ödenek yokluğundan, biraz da
önemsiz bulunduğundan müzelerin bile almadığı bu amforaları seven,
koruyan, bunların tüm insanlığın bir kültür mirası olduğuna inanan,
(zor bürokrasisine rağmen) biriktiren ve bunların tescili için
müzeden izin isteyen dürüst -uygar ve kültürlü insanlarımızda
nezaretlere atıldı. Horlandı-suçlandı. |
|
Bunları nereden mi biliyorum?
En yakın dostlarımın başına geldiği için biliyorum. Kendi başıma
geldiği için biliyorum.
Biz Türk Milletiyiz. Herşeyi abartmayı
severiz. Akılla mantıkla ölçüyle de aramız pek yoktur. Sorun çözmesi
gereken, hayatı kolaylaştırması ve güzelleştirmesi gereken, teknik
hizmet vermesi gereken her kurumumuz aksine sürekli problem üretir.
Belki de bunun için güneydeki bütün sahil arsaları, villaları, son
model lüks arabaları, sanayi ve ticari olarak hiçbir şey üretmeyen Ankara'lı büyüklerimize aittir. Kural bellidir, önce problem, sonra
elbette karşılıklı çözüm. Sonra burada kurallar, kanunlar,
anlayışlar devamlı değişir. Bir zamanlar cebinde Marlbora veya dolar
bulunanı hainlikle yargılayanlar bir bakarsınız banka veya mafya
sahibi bir dolandırıcıya karşılıksız milyonlarca dolar verirler.
Bir zamanlar bu ülke insanı ucuz ithal muz yerse ülke ekonomisi
batar diyenler, devlet kesesinden israf içinde karun gibi yaşarlar.
Ve de kimse onlardan hesap sormaz. Soramaz.
Balıkçıdan aldığı amforayı Restaurantına koyan adam bir gün önce çok
zevk sahibidir, birgün sonra vatan haini. Neyse, amacım politika
yapmak değil elbette. Biran kendimi tutamadım.
Amacım; Amfora veya benzeri eserler için yaşanan saçmalığı anlatmak. |
|
|
|
|
|
Siz tabii henüz minareden düşmediniz.
Size bir örnek: Adına Ozan diyelim. Harward mezunu İstanbul'da 3-4
şirketi olan saygın bir işadamıdır. Sırf ilgi ve sevgisinden bana da
amfora getiren balıkçılardan 13 adet amfora alır. Bunları
fotoğraflayıp ölçülendirerek hemen bir dilekçe ile İstanbul
Arkeoloji Müzesine başvurur.
Müzenin görevi bu eserleri ya tescil etmek, ya koleksiyonerlik
belgesi vermek ya da satın almaktır.
Fakat müze bir sonra verdiği yanıtta yer ve kadro eksikliği olduğunu
belirterek, başka müzelere müracaat edilmesini ister.
Ozan, bu kez Beşiktaş'taki Deniz Müzesine müracaat eder, cevap
beklenirken o da ne! Mali polis ekipleri ihbar var diyerek işadamı
Ozan'ın Harbiye'deki turizm şirketini basar. |
|
|
|
Bu şok sürprizden sonrası daha da ilginç
Ozan panik halinde beni aradı. (Çünkü amfora sevdası - belası benim
amforaları gördükten sonra başlamış, amforalar hakkında teknik
bilgileri, müze dilekçe ve müracaat formlarını benden almıştı.)
Aramızda aşağı yukarı şöyle bir konuşma geçti.
- Alo. Alo. Ağabey ben yandım. Şirketimi mali polis bastı,
amforalara el koydular. Tutanak düzenlediler. Beni de şubeye
götürecekler.
- Alo. Ozan herhalde şaka yapıyorsun. Senin müzede müracaatın var
zaten. Bunları söylemedin mi?
- Söylemez olur muyum? Beni dinlemiyorlar bile.
- Peki bildirmediğin kayıtsız amforan var mı?
- Hayır yok. Hepsi müze dilekçesinde belirtilenler.
- Bende söyledim. Müzeye de telefon etmiyorlar.
- Ozan benimle dalga mı geçiyorsun? Lütfen yetkili komiseri bana
ver, ben kendileriyle görüşeyim.
- Hayır. Seninle de konuşmak istemiyorlar.
- Ozan sen müzeyi ara, hiç olmazsa onlar polisleri arayıp bu
saçmalığa bir son versinler.
- Alo, Alo. Hayır, hayır o da mümkün değilmiş. Kapatmak zorundayım.
Beni götürüyorlar.
Peki Ozan ben hemen müzeyle temasa geçiyorum.
Hani bir fıkra vardır;
"Evin oğlu gece alt katta bir hırsız yakalar, babasına bağırır. Baba
hırsız yakaladım. Baba: Bırak oğlum gitsin der. Oğlan tekrar
bağırır. Baba ben bıraktım ama o beni bırakmıyor." |
|
|
|
İşler iyice sarpa sarıyor.
Ozan'a şubede sorgu sual...vs. Kaçakçılık şubesinde göğsünde
elleriyle tuttuğu numaralı fotoğrafı, 10 parmağından 50 adet parmak
izi ve de nezaretin demir parmaklıkları. Oysa polis baskına
gideceğine müzeyi arasa gerçeği öğrenecek. Diyelim ki adam müzeye 13
amfora gösterdi ama 103 amforası var, ve polis emin olmak için
baskın yaptı. Tamam. Gittiniz gördünüz. Hepsi zaten o kadar. Müzeye
telefon açın Ozan'ın bir çayını için, teşekkür edip gidin.
Polis cephesinden durum böyle de, müzecilerimizin bakışı daha mı
farklı? Hayır daha da kötü. Çünkü Ozan'ın o telefonundan sonra
müzeye gittim. Durumu anlattım. Polise telefon açmalarını rica
ettim. (Çünkü elindeki eserleri müzeye bir başvuru dilekçesi ile
bildiren insanlara, elinde bildirimden fazla eser yoksa kimse
kovuşturma yapamaz, suçlayamaz, gözaltına alamaz, eserlerini
müsadere edemez. Dilekçenin gereğini yapmak da zaten müzenin asli
görevidir.)
Ama hayır. Müze yetkilisi de mali şubeyi ısrarlarıma rağmen aramadı.
Gerekçede ihbar olduğu için polis rutin görevini yapıyormuş. Ozan'ın
dilekçesi olduğu için zaten bırakırlarmış. Şimdi polisi ararlarsa
onun avukatı durumuna düşerlermiş. Miş miş miş...
Ve ben bir daha iyice anlıyorum ki bu ülkede bazılarının amacı üzüm
yemek değil, bağcı dövmek. Bu arada mali şube müzeye bu amforalar
2863 sayılı eski eser kapsamına girer mi? diye resmi yazı ile
soruyor. Müzeden hemen elcevap.
Evet girer. Resmi cevapta da ilk
yazılması gereken sonra bile yazılmıyor.
"Ya bu adamı bırakın, bizde
dilekçesi var. Siz gizli, yanlış, kanun dışı birşey bulmadınız ki
üstelik.." |
|
|
|
|
|
Kendisinden biz özür dileyelim, lütfen sizde dileyin. Vatandaşın
lekelenmesi, onurunun örselenmesi, fişlenmesi çok çirkin bir şey.
Biz kanun devleti miyiz, polis devleti miyiz? İşkence illa fiziki
yapılmaz. İşkence insanların insan ruhunu ezerek, aşağılayarak da
yapılır. Ve bunun yarası bir ömür boyu kapanmaz.
Akıl var, hukuk
var.
"Kurtuluş Savaşında Kuvay-i Milliye'ye katılan eşkiya Demirci Mehmet
Efe'ye sormuşlar: Efe; iyisin, hoşsun da kendi insanımıza da çok
zulmetmişsin. Bu mutlaka gerekli miydi? Efe demişki; insanlar ya
hukukla ya da zulümle yönetilirler. Hukuk akıl işidir. Bizlerse
cahil insanlarız."
Eyvah! Ozan ne yaptın?
Aklım Ozan da, ertesi gün bir iş görüşmesine giderken cep telefonum
çalıyor ve bir polis memuru hakkımda ihbar olduğu için benimde mali
şubeye acilen gelmemi istiyor. Hoppala bu da nereden çıktı. Beni
kim, ne diye ihbar etmişti. Bu arada Ozan'ın yine benim gibi
koleksiyoner heykeltraş arkadaşım İnayet'ten toplam 150 milyon
liraya almış olduğunu öğreniyorum. Başımdan aşağıya kaynar sular
dökülüyor.
Ne Ozan böyle bir şey söyleyebilir.
Ne böyle bir paraya ihtiyacım var.
Ne de felsefem böyle şeylere müsait.
Ayrıca ben 18 yıllık koleksiyonerim, en küçük bir adli leke de
kolleksiyonum müzece müsadere edilir.
Birazdan Ozan ve İnayet'te nezaretten çıkarılıp odaya getiriliyor.
Ben kızgınlıkla Ozan'a dönünce kelepçelenmekten son anda kurtulup,
nezarete atılıyorum. Yanımda İnayet'te var. Duygularım allak bullak.
Evime eşime telefon edip haber vermek istiyorum. İzin vermiyorlar.
Ankara'dan GBT'miz bekleniyormuş. Bu kelimeyi bile ilk kez
duyuyorum. Benimde göğsümde numaralı resimlerim, parmak izlerim
alınıyor. Fişleniyorum. Boğazım düğümleniyor. |
|
|
|
|
|
İnsan ruhu ilginç. İçimden ağlamak gelirken, bir taraftan da bu
numaralı sanık resmimi şirketimin ve evimin duvarına büyütülüp
çerçevelenmiş olarak mizahi bir hatıra olarak hayal ediyorum. Hatta
üzerimde sing singli bir kazağım olmadığına hayıflanıyorum.
İnayet'te çok üzgün ve şaşkın. Bu onurlu ve idealist çocuğu da ilk
kez böyle perişan görüyorum. Demek ki bir kişinin iki dudağının
arasından çıkan bir sözle insanlar böyle sorgusuz sualsiz gözaltına
alınabiliyorlar. Oysa ben karakolun önünden geçmeye bile korkardım.
Zaten bu ülkede doğru vatandaş devletten korkarda, hırsız, namussuz,
sahtekar bölücü, çeteci, eroin kaçakçısı devletten korkmaz. Onlar
içeride de dışarıda da güçlüdürler.
İnayet yine de bir espri yapıyor. Ağabey bak ne zamandır
görüşemiyorduk. Çok önemli işlerimiz vardı. Ne güzel tesadüf nihayet
buluştuk. Sinirden kahkaha boşalırken düşünüyorum. Ölümde böyle bir
şey herhalde.
İnsanoğlu hayatla mücadele ederken işler bir türlü
bitmezken, bir güç seni çekip alıveriyor. Ve de herşey orada öylece
kalıyor. İşler - güçler, sevgiler - sevgililer, mallar - mülkler.
Ölenlerin, hapse girenlerin bitirilmeyi bekleyen ne kadar çok işleri
vardı kim bilir? |
|
|
|
Neyse. Bu bölümü burada kapatalım. Çünkü bundan sonrası için bir
kitap yazılabilir. Ozan'a kızgınlığım sonradan geçti.
Yaşadıklarından çıkardığım yüzündeki ifadeyi görünce onu zaten
affetmiştim. 1 ay önce çıktığımız mahkemede de doğruyu söyledi. Özür
diledi, ve olay kapandı.
Sonuç
Bizde hiçbir kişi, kurum kendini eleştirmez. Eleştireni de affetmez.
Olayları aklın ışığı ile çözemeyenler kolay sinirlenir, kolay düşman
olur.
Amacım herhangi bir kurumu kötülemek değil. Bu vatan da, bu kurumda
bizim. Dünyada zaten Türk'ün Türkten başka dostu yok. Birde hayatı
birbirimize zehir etmeyelim. Cumhuriyetimizin 80 li yıllarında bazı
kurumlardan biraz daha akıl, biraz daha hukuk, biraz daha insanlık,
çözüm ve iyi niyet beklemek hakkımız olsun.
Ama; bu topluma zararlı ve hain insanlara da gereği en şiddetli
şekilde uygulansın. Masum insanlara değil.
Bu çilekeş halkın alın terinde -vergisinden aylıklarını alanlar
kendilerini onlardan ve hukuktan üstün görmesin. Peşin ön yargılı
olmasın. Yargısız infaz yapmasın.
Bu yazının sonunda amforalara ne oldu, ağlara takılan amforalara
şimdi ne oluyor diye soranlarınız olabilir.
Hiçç. Birkaç yıldan beri hepsi çıktığı ve görüldüğü yerde kırılıyor.
Geriye kırık amfora parçaları, kırık kalpler ve de bir dosya dolusu
mahkeme kağıdı kalıyor.
Hepsi o kadar... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Deniz Magazin Dergisi
Eylül - Ekim 1999 Sayı:36 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
- Sayfa başına -
|
|